Psikiyatrinin görev tanımı, genel anlamda psikiyatriden
beklentiler ve bu alanda bazı yanlış anlamalar, yanlış beklentiler nelerdir?
Psikiyatristlerden ve psikologlardan neler beklenir? Hayatta
her şeye çare olabilirler mi?
Sosyal ya da bireysel sorunlarda psikiyatristlere
başvurulurken, söz konusu psikiyatri olunca ve son zamanlarda ülkemizde psikoloji
bilimi popüler olmaya başlayınca, beklenti yelpazesinin de genişlemesiyle amacının
dışında başvurular, sorunları da beraberinde getiriyor.
Bir kötülük ya da bir suç ile
karşılaşıldığında halk arasında yaygın olarak, o suçu ve kötülüğü işleyen kişiye
‘galiba bu adamın psikolojisi bozuk, şizofren veya akıl hastası’ gibi ifadeleri
çok duyuyoruz. Kötülük ile hastalık birbirine çok karıştırılır. ‘Kötülük’
dediğimiz sosyal bir kavramdır; içine din, sosyoloji, felsefe ve insan olmanın
bütün özellikleri girer.
Bir takım psikolojik açıklamaları olsa da, her
kötü davranış ve her suç tıbbi bir durum değildir. Her sosyal sorunu, yaşanan her
kötü olayı psikoloji bilimi ile açıklar ve psikiyatriye indirgersek, iş tıbbileştirmeye
(medikalizasyon) varır. İyilik ve kötülük kavramları ortadan kalkar. Her şey ‘hastalık
ya da hastalık değil’e döner. O zaman hapishaneleri de kapattırmak ve hastane
haline getirmek gerekir. Halbuki bazı insani ilişkiler ve insani davranışlar hastalıktan
kaynaklanmayabilir. Psikoloji bilimi ya da psikiyatri biliminin bu konularda
bazı açıklama ve yorumlar yapması hastalık olacağı anlamına gelmez.
Psikiyatr hekimdir ve hastalık olduğu
düşünüldüğünde başvurulur. Her sorun hekimlerin, psikiyatristlerin görev tanımı
içine girmez. Örneğin ‘mutsuzum’ diye gelen bir danışanın mutsuzluğunun,
felsefi, dini, sosyal birçok nedeni vardır. Hayatın anlamını bulamama, hayatta
mutlu olamama, temelde birçok konuyla ilgilidir. Bunlardan bir tanesi de depresyon olabilir. Psikiyatrist bu hastalığı tedavi ettiğinde, kişi
mutsuzluk dediği duruma çare bulmuş olur. Ancak her ‘mutsuzum’ diyen insanın
kendisini bu şekilde ifade etmesi, hastalık kavramına veya psikiyatristlerin
alanına girmez.
Ruh sağlığı çalışanlarının başında psikiyatristler
(hekim) gelir ve ilaç tedavisi uygulayabilirler. Sonra psikologlar, psikiyatri
hemşireleri, sosyal hizmet uzmanları, psikolojik danışmanlar ve diğer tıp
hekimleri gelir. Ruh sağlığı hizmetleri, bir ekip işidir ve tüm dünyada bu böyledir.
Sadece bir psikiyatristin ya da bir psikoloğun yapacağı bir şey değildir. Hepsinin
görev tanımları farklıdır.
Günümüzde psikoloji biliminin sınırlarını
ihlal eden bazı ‘alan dışı’ kimselerin de var olduğunu biliyoruz; yaşam koçları, kişisel gelişimciler, nefes
terapistleri (koçları), biyoenerji uzmanları, psikolojik ya da tasavvufi astroloji
danışmanları, medyumlar, ilm-i ledün sahibi olduğunu iddia eden ve bilhassa (kader
kısmet nazar büyü gibi) manevi konularla ilgilenenler, bir de bazı bitkisel
kürler ile de ruhsal tedavi ettiğini ifade edenler gibi..
Bir hastaya sadece hekim tanı koyabilir, tedavi
edebilir ve bu konuda eğitim almış yetkin psikologlar yardımcı olabilir. Ruh
sağlığı yaklaşımlarında, terapilerle hastanın kendi kararlarını vermesi, kendi
varoluşunu tamamlaması, kendi ayakları üzerinde durması ve var olan bazı psikolojik
çatışmalarının çözümü üzerine çalışılır.
Ancak alan dışında kalan kimselerin çoğu
zaman, danışanın kontrolünü ele alarak ona ne yapmasını söyleyen, öğütler veren
kimseler haline dönüştüklerini görüyoruz. Bu ise psikiyatrist ve psikologların
istediğinin tam tersidir. Ruh sağlığı ekibi öğüt vermez. Kim öğüt veya akıl
verir? (bu anlayışa göre) daha bilge ve ‘güya’ daha akıllı insanlar verir.
Psikiyatristin rolü hekimliktir; bilge kişi
olarak nasihat vermek ya da bir mürit mürşit ilişkisine girmek değildir. Kişinin
var olan hastalıklarını tedavi edip, psikolojik sorunlarını çözmektir. Kendi iç
dünyasındaki ruhsal dengesini kurması, kendi kararlarını alması ve hayatını bu şekilde
devam ettirmesini sağlayan kişidir.
Çoğu zaman psikiyatristlerin hekim olduğu
unutulur ve hekimlik sınırlarının ötesine geçen beklentiler oluşur. Bu bakış
açısını düzeltmenin yine hekimlerin üzerine düştüğünü söyleyebiliriz. Hekimler
de bazen kendi alanlarına girmeyen konularda, ‘insanların danışması karşısında’
belki ona cevap verme, beklentiyi karşılama amacıyla bir takım farklı tutumlara
girebilmektedirler. Tabii ki bunun başka birçok sebepleri de olabilir. Belki de
hekimler, baştan kendi görev tanımlarını belirlemeli ve sınırlarını iyi koymalıdırlar.
İnsanın psikolojik ya da psikiyatrik
rahatsızlığının üç sacayağı vardır. Bunlardan birisi bedensel durumlardır.
Örneğin hipotiroidi olan bir hastada, depresyonu taklit eden yavaşlama,
durgunluk, yerinden kalkmak istememe, sürekli uyku veya mutsuzluğa benzer durumlar
olabilir. Eğer bu hasta önce uzman bir hekim tarafından değerlendirilmezse, yanlışlıkla
depresyon tanısı konulabilir. Psikolojik mi, biyolojik mi iyi ayrıştırılması,
çözümlenmesi gerekir. Diğer hastalıklarda olduğu gibi ruh sağlığı alanında da hastalık
olduğu düşünüldüğünde hastayı ilk görmesi gereken kişi, hekimdir. Hekim tanı
koyduktan sonra, tedavi planını belirler. Tedavi planı, ilaç ve psikoterapi ile
de olabilir. Psikoterapi ekolleri ile ve kişinin hayatını geliştirici bazı ödevlerle
tedavi sağlanabilir.
Önemli sorunlardan birisi de dinin alanına
giren bazı konuların, yine psikiyatristlerden beklenmesi ya da psikiyatrinin
alanına giren konuların da din adamlarından beklenmesidir. Bazen din ile ilgili
alana psikiyatristler, psikiyatristlerin alanına da din adamları girebiliyorlar.
Bu (hastalıklı) bakış açılarından birisi de, çok inançlı ve çok dindar olan bir
insanın depresyona giremeyeceği iddialarıdır. Bu bir zandır ve doğru bir tez
değildir. Biz pratikte bunun çok örneklerini görürüz. Depresyon biyolojik ve genetik
altyapısı da olan bir hastalıktır.
‘Din afyondur’ diyene, şiddetle karşı çıkanlar
‘dindar olan depresyona girmez’ derlerse, din kavramına antidepresan anlamı
yüklemiş olurlar. Tabii ki her ikisi de değildir. Din başka bir olgudur. İnsanın
ruhsal dünyasında kendi inancıyla, yaratıcısıyla kurduğu manevi bir ilişkidir. Depresyon,
kaygı bozuklukları ve diğer psikiyatrik rahatsızlıklar ise başka bir konudur. Örneğin
bazı kalp ameliyatlarından sonra çok ciddi panik ataklar oluşabilir. Ya da bir
kimsenin kaygılı olması korkaklık, ürkeklik, zayıflık görülür. Depresyonda
olması da yine zayıflık ve inanç eksikliği gibi algılanır. Kişinin hastalığından
dolayı asansöre binememesi (fobik bir durum ve kaygısı) ise bu, onun zayıf veya
korkak olduğunu göstermez.
Genelde, bu sınırlar bilinmediği için bir insanı
kötülerken de psikiyatrinin tanımları kullanılır. Örneğin kötü gördüğümüz
herhangi birisine ‘psikolojisi bozuk, akıl hastası, şizofren’ denir. Oysa
şimdiye kadar ben, akıl hastalarında hiç kötülük görmedim. Çok da masumdurlar. Kötülük
yapabilmek için ‘aklı’ çok iyi kullanıyor olmak gerekir. Aynı zamanda irade,
amaç ve niyeti de farklı alanda işletme (becerisi) gerektirir.
Psikiyatri ve ruh sağlığı üzerinde bu tür olumsuz
kavramlar çok fazla olduğu için de, tedavi
direnci dediğimiz şeyle karşılaşırız. Birçok kişi depresyon, takıntı, kaygı
bozukluğu olduğunda, panik ataklar yaşadığında doktora gelmek istemiyor veya gizleme
eğiliminde oluyorlar; çünkü damgalanıyorlar. Ya da ailelerinde psikiyatrik
hastası olanlar, sanki ayıpmış, kusurmuş gibi saklama eğiliminde oluyorlar. İnsanlar
da bunu bir kınama aracı haline getirebiliyorlar.
Kınanacak şey hastalık değildir. Kınanacak
şey ‘iyilik ya da kötülük’ ile ‘insanın hayatı algılama biçimi’ ile ilgili
konular üzerine olabilir, belki.. bana göre insan hiç bir şeyden kınanmaz ama
insan HASTALIĞINDAN asla kınanmaz.
Bu nedenle kötülük sandığımız bazı şeylerin HASTALIK, hastalık sandığımız bazı
şeylerin de KÖTÜLÜK(ten) olduğunu fark etmek ve ikisinin ayırımını iyi yapmak
gerekir.
Doktorlara, özelde psikiyatristlere, meslek
alanlarının dışında duyulan beklentiler onlara bazı sorumluluklar yükler. Hekimler,
yalnız hastalığı tedavi edeceğini, mesleki sınırları olduğunu, sosyal her sorun
için ellerinde reçete olmadığını ve her sosyal durumun tıbbileştirilemeyeceğini,
yaşanan her büyük problemin ‘katkısı olsa bile’ psikiyatrinin alanına girmediğini,
birçok disiplinin bir arada çözebileceğini hatırda tutup, alan dışı kişilerinse,
bu boşluklar ve sözü geçen algılardan yararlanmalarına fırsat vermemelidirler.
Yrd. Doç. Psikiyatrist
Vedat Bilgiç / 7. 01. 2018 tarihli Facebook canlı yayın konuşması
Yazıya döken ve düzenleyen Uzman
Psikolog & Aile danışmanı Hilal Özdemir Bulat
Yorumlar
Yorum Gönder