AĞLAMANIN MUSİKİSİ
AĞLAMANIN
MUSİKİSİ
Ağlamak
yağmaktır, gönül sisinin yağmur olup damla damla düşmesi. İnsan ne de çok benzer
dünyaya. Elbet benzeyen
dışı değil içi,
suretinden çok halidir. Ağlamak,
hal diliyle söylenen
bir şarkıdır. Ve bu musikinin notaları
ise göz pınarlarından süzülen damlalardır. Bu damlalar, yağmur sonrası güllerde kalan ve güneşle parlayan çiğ
damları gibi bir his bırakır ruhta. Yağmur damlaları
birer nota olmasaydı, kulağa
böyle hoş gelir miydi sesi? Yağmur, zaten yerkürenin
ağlayışının bir müziği gibidir.
Ağlamak bir çocuğun ilk
şarkısıdır. İnsanın
en yalın, en
gerçek bir nağmesi olmasaydı ağlamak, doğar
doğmaz bu terennüme başlamazdı elbet. Bahar
yağmurları gibi, ne de kolay ağlar her şeye bir çocuk.
Çocuk ruhunun tam bir bahar olduğu, ruhlarının
yeşilliklerle dolu
olduğu,
kolay yağmalarından anlaşılabilir.
Yağmak
yeryüzünü yeşillendirir, ağlamak ise ruhun çayırlarını. Müzik tümüyle insanın
ağlayışıdır, hüznü değil. Zira,
insan sadece hüzünden ağlamaz. Bazen de sevinç ve coşku
doldurur ruh göğünün bulutlarını. En neşeli türküler, en sevinçli nağmeler hatta oyun havaları bile
dikkatli dinlenirse hüznün gözyaşlarını yağdırırlar üstümüze. Tüm bu nağmelerin içinde,
gizliden gizliye bir
ağıt vardır. Sevincin içine saklanmış bu hüzün,
karların altında yeşermeyi bekleyen
çiğdem kadar sessizdir.
Ankara’nın
Bağları ya da Fidayda
(Hüdayda) türküsündeki
kesif hüzün kimsenin dikkatini çekmez nedense? Belki de ritminin hızlı olması
örter bu hüznü. Öyle ya hız iyi bir ağrı kesicidir her zaman. Birçok insan
hayatına, ilişkilerine hız katarak yaşamın acısına gaflet örtüsü örter.
Kendilerini işine kaptıranlar, durmadan koşuşturanlar, yalnız
kalamayanlar...
Bazıları
bir türlü duramazlar. Çünkü düşünmek istemezler, dursalar durup düşünmek
zorunda kalacaklar ve acılarıyla yüzleşecekler. Hızlı yürüyenler, hızlı
konuşanlar, hızlı yemek yiyenler, hızlı araba kullananlar… Velhasıl hızlı
yaşayanlar söylenegeldiği üzere hep
genç ölürler ama, aslında belki
de hiç yaşamazlar. Hızlı yemek yiyen yemeğin tadını kaçırırken,
hızlı yol alanlar da güzergâhın güzelliğini kaçırırlar.
Hayatın diğer yarısı acıdan oluştuğu için
hayatı kaçırırlar. Zira acıdan,
ayrılıktan, ölümden kaçmak aslında yaşamdan da kaçmak
değil midir? İştahı kapalı olanlar yemekte acı
yerler. Acı, yemekte olduğu gibi yaşamın
iştahını artıran sırlı bir iksirdir çünkü.
Hey
on beşli on beşli
Tokat
yolları taşlı
On
beşliler geliyor
Yârimin
gözü yaşlı
Bu
türküyü bir oyun havasına çeviren belki de onun hikâyesinde gizli olan derin
acıyı örtme çabamızdır. Bu türkünün, Anadolu’dan Çanakkale
savaşına katılıp bir daha geri dönemeyen 1315 doğumlu fidanlara yakılan bir
ağıt olduğu söylenir oysa. İşte müzik, hangi
türü olursa olsun bir ağıttır. Ağıt, yani müzik ölüm ile ciğeri yanmış insanın
ateşini söndüren can suyundan bir
tanesi. Diğeri ise gözyaşı... Başka bir su söndürmez ölüm
ateşinin yaktığı yangını.
Ağladıktan sonra bir toprak kokusu kaplar ruhun yamaçlarını. Yağmur sonrası kekik kokularına karışan toprağın kekremsi kokusu gibi. Kâinat ne kadar da insandır. Gökte buhar birikir de ruhun atmosferini sisler basmaz mı?
Ayrılık acısının
hararetiyle gönül gölü'nün suyu, gökte
neme dönmeye başlar. Ruhun rüzgârları, yavaş
yavaş biriktirir bulutları. Ne
zaman kasvetin kara bulutları göğü kaplasa
şimşekler çakmaya başlar ruhumuzda.
Sıktıkça sıkar, boğdukça boğar yağmur öncesi iklimimizi.
Bazen yağamaz
insan öyle kolayca. O zaman öfke şimşekleri
çakar ufuklarda. Öfkeli ruhların
gürültüsü bundandır, yani yol bulup yağmayı bilemeyişlerinden. Bir ağlayabilseler
ardında gökkuşağı ve yeşermiş çayırlar bırakacaklardır halbuki. Ama bir
türlü ağlayamaz bazıları. Ağlamanın dünya cehenneminin de ateşini söndürdüğünü bilemediklerindendir
belki de.
Şarkılar, türküler, gazellerde
içimizdeki masum çocuğun ağıtlarıdır, yani içimizdeki
çocuk ağlamasının estetize olmuş
hali… Bu ağlayış bazen aşk ateşiyle yanan
bir gönlün avazı, bazen ilahi aşkla coşan
bir gönlün yakarışıdır.
Güneşin gurup edişi de ayrılığın
ve ölümün başka bir makamdaki
musikisidir. Bu musikinin turuncu nağmeleri ölümün
mutlak yokluk olmadığını işler şuuraltımıza. Ufukta
batan güneşin başka
bir ufka doğmakta olduğunu gösterdiği için, bu
sembolik ayrılık ruhumuza umut aşılar tıpkı sonbahar gibi....
Sonbahar,
karşı yamaçlarda ikindi güneşini süzen kahverengi, sarı, gülkurusu renkli
ağaçlar gibidir. Bu ebruli ağaçlar içinde hüznün ve umudun
şarkılarını söyleyen kuşları saklar sanki. Ruhumuza hazan
estiren bu mevsimin
adında bahar vardır, sonbahar da olsa. Ve hazan bir
sela musikisi gibi ölümü lâtif renklere boyar.
Velhasıl bütün
müzikler bir ağıttır. Zaten ağlama da ağıdın ikiz kardeşidir.
Ağıt da ağlamak
gibi ruhun ağusuna bir panzehir, karabulutların
kasvetinden kurtulan
damlalar gibi bir yağıştır.
İşte yüzden hazanın
renkleri gibi lâtif, güneşin
batışı kadar umut vericidir
ağlamanın musikisi...
Yorumlar
Yorum Gönder